26 Mayıs 2014 Pazartesi

Dünün, bugünün ve muhtemelen yarının pop yıldızı Kylie Minogue

46 yaşına basan kanguru diyarı doğumlu pop yıldızı Kylie Minogue değişen zamanlara, değişip duran trendlere kafa tutmaya devam ediyor. O Ses Türkiye’nin İngiliz muadilinde jüri koltuğuna kurularak girdiği 2014’e yeni albümü ‘Kiss Me Once’ ve yepyeni Kylie hit’leri ‘Into The Blue’ ve ‘Sexercise’la devam ediyor.



“Zamana ayak uydurmayı da, meydan okumayı da seviyorum.” diyor Kylie Minogue yeni albümü ‘Kiss Me Once’tan bahsederken İngiliz Look dergisine verdiği röportajda, “hem bir sanatçı hem de bir insan olarak değişiyorum. Müziğimi de günün değişen şartlarına adapte ediyorum.” İtiraz etmek zor söylediklerine. Zira zamana meydan okumayı başarabilen her pop yıldızı gibi Kylie de her yeni adımıyla, hep en doğru hamleyle değişime ayak uydurmayı bir yaşam biçimiycesine doğallıkla yapanlardan.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Sapan: "Anlık bir ize dönüşmemesi için albümü yaşatmak lazım"

2010’dan bu yana adını müzik yarışmaları ve iyi şarkılarla kulaktan kulağa yayan Sapan, şimdi de ilk albümü ‘Anlık İzler’ ile karşımızda. Dörtlüden Baykal Ada sorularımızı yanıtladı.


Yılın üçte birini geride bıraktık. Nasıl başladı, nasıl geçiyor sizin için 2014?
2014 yılı şu ana kadar oldukça hareketli geçti. Albüm yapım aşamasının artık son ayağındayken 2014'e giriş yaptık. Mix, mastering, promo basımı, lansman, PR, röportaj, konserler derken bir baktık 4 ayı geride bırakmışız. Stresli yanları olsa da, çoğunlukla keyif aldığımız bir yoğunluk bu tabii.

2 Nisan 2014 Çarşamba

Bir adet Yuck röportajı

Londra çıkışlı Yuck buram buram 90’lar usulü alternatif rock kokan müzikleriyle tekrar uğradı ülkemize. İkinci albümleri ‘Glow & Behold’un turnesi kapsamında IKSV Salon’da çalan grubun esas adamı Max Bloom’la konserden iki önce konuştum. 

2011’de çıkan ilk Yuck albümü sonrası zorlu bir dönemden geçtiniz, grubun öne çıkan elemanı Daniel Blumberg’le yollar ayrıldı. 
Aslında zorlu doğru kelime olmayabilir. Daha çok kaçınılmaz bir dönemdi bizim için. Daniel grubun solistiydi de aynı zamanda, yerine başka birini almayı düşünmediniz ve sen işbaşı yaptın. Daniel’ın yerine aramıza başka birini dahil etmek abes olacaktı. Grupta şarkıları yazan da ben olduğum için, boşluğu doldurma görevinin bana düşmesi gayet doğal bir sonuç oldu.

İlgi gören bir ilk albüm sonrası ikinci albümünü kaydecek gruplar için hep bir ‘ikinci albüm laneti’nden bahsedilir. Siz bir de grubun vitrinindeki müzisyeni kaybettiniz... 
Ne yapsaydık, yeni bir albüm kaydetmekten vazgeçse miydik? Sadece yapmak istediğimiz müziği yapıyoruz. Biz istediğimizi yapıyor, insanlar da bunu beğeniyorsa ne güzel. Beğenmiyorlarsa, o da kabul. Ayrıntılara takılmak yerine kariyerinizi ‘büyük resim’de görmek zorundasınız.

27 Mart 2014 Perşembe

Şapkadan Pharrell çıktı



Pharrell Williams kariyerinin en popüler günlerini yaşıyor. Daft Punk’la yaptığı ‘Get Lucky’, Robin Thicke’yle yaptığı ‘Blurred Lines ve Çılgın Hırsız 2 filmi için yazıp söylediği ‘Happy’ sayesinde son bir yılı rüzgar gibi geçirdi. 8 yıl aradan sonra çıkardığı ikinci solo albümüyle de 2014’e gözünü dikti.

Oscar töreninin en dikkat çekici ânlarının bazılarında Pharrell Williams başroldeydi. Yakında 41 yaşına basacak müzisyen törene yanında henüz geçtiğimiz ekim ayında evlendiği eşi Helen Lasichanh, cebindeyse 2013’ün en çok dinlenen, hakkında en çok konuşulan şarkılarının başarısıyla gelmişti. Önce kırmızı halıda kısa pantolonuyla belirdi. Erkek yıldızların ne giydiği hakkında pek muhabbet etmeye yanaşmayanlara bile ‘ne giymiş o öyle?’ dedirtti. Ardından törende sahne aldı. Çılgın Hırsız 2’de işitilen, işitildiği gibi de hit mertebesine ulaşan neşe bulaştırıcı şarkısı ‘Happy’yi söyledi. Sadece söylemekle de kalmadı, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü alan Lupita Nyong'o’yu da,  Meryl Streep’i de oturduğu yerden kaldırıp kendine eşlik ettirdi. Belki En İyi Şarkı Oscar’ını alamadı, ya da Ellen DeGeneres’in Twitter’da paylaşılma rekoru kıran ‘selfi’sinde yoktu, ama gecenin yıldızlarından biriydi kesinlikle.

22 Mart 2014 Cumartesi

77 Bombay Street: "İnsanlar ‘el yapımı’ müziğe özlem duyuyor"



Müzik yapmaktan keyif aldığı her halinden belli dört kardeşten kurulu İsviçreli grup 77 Bombay Street. Babylon sahnesinde pop’la folk’u buluşturdukları şarkılarını çalıp söylemeden evvel Buchli kardeşlerin en büyüğü Matt ile konuştum.

İsviçrelisiniz, grubun ismi Avustralya’da geçirdiğiniz yıllardan, orada yaşadığınız sokaktan geliyor, ama içinde Bombay şehrinin adı geçiyor. ikinci albümünüz ‘Oko Town’, ismen Nijerya’nın Okoh şehrini çağrıştırıyor. Kısa bir dünya turu gibi. Hepsi nasıl bir araya geldi merak ediyor insan.
İyi soru, tüm bu isimleri seçerken kafamız epey güzeldi! Şaka bir yana, Avustralya’da geçirdiğimiz günler çok güzeldi. Bombay Sokağı’nda hoş bir yerde yaşıyorduk. Grubu kurarken de hem o günler yadedelim istedik, hem de 77 Bombay Street isminin kulağa ilginç gelebileceğini varsaydık. 

22 Şubat 2014 Cumartesi

Şiirin ölmeye geldiği yerden şarkılar

Annie Clark, ya da daha aşina olduğumuz rumuzuyla St. Vincent, son beş yılın en dikkat çekici, en maharetli ve en özel müzisyenlerinden biri. Yeni albümü "St. Vincent" bu hafta piyasaya çıkıyor.


 “... ve Dylan Thomas sarhoş öldü
 St. Vincent Hastanesi’nde

 Nick Cave’in ilham perisine dil döktüğü “There She Goes, My Beautiful World”ün sözlerinden Annie Erin Clark’ın kulakları ilk bu kısmı yakalar. Galli şairin 1953’teki ölümünden bahsediyordur Cave, Karl Marx’ın çıbanlarından ve Philip Larkin’in kütüphane hayatından dem vurduğu dizelerin hemen devamında. Annie’nin anne tarafından büyük büyük akrabalarının birinin göbek adıdır aynı zamanda St. Vincent. Kulak aşinalığı en başta oradan gelir. St. Vincent’ı ‘şiirin ölmeye geldiği yer’ olarak yerleştirir zihnine.

23 Ocak 2014 Perşembe

Fil Topsy'nin hazin sonu

111 yıl önce, tam olarak 4 ocak 1903’te, eşine pek az rastlanır bir olay vuku buldu New York’ta. Amerikalı mucit, ama daha çok iş adamı Thomas Edison’ın rant uğruna cellada dönüştüğü, Topsy adlı bir filin elektrikle idam edildiği bir olay.

Fil Topsy şov dünyasının o adı hiçbir zaman en büyük harflerle yazılmayan emekçilerindendi. Dünyanın bir ucundan getirilip Amerikan halkını eğlendirmek üzere eğitilmiş fillerdendi. 1800’lerin sonunda epeyce popülerdi fil gösterileri. Fil Topsy de işini hakkıyla yapıyordu. Çocuklarla arası pek iyiydi. Gösteriler sırasında her komutu harfiyen yerine getiriyor, her defasında alkış alıyordu. Halinden memnundu, nereden bakılırsa bakılsa yaptığı iş, dişleri yüzünden av meraklısı, köle tüccarı kılıklı bir beyaz tarafından vurulmaktan iyiydi.


Üçü de 'dört dörtlük'

Yıllara meydan okumakta gayet başarılı olmuş üç albüm.



Rage Against The Machine  - ‘Rage Against The Machine’
O güne kadar dinlenen pek az şeye benziyordu ilk R.A.T.M. albümü. Evet, hip-hop ile rock ve metal daha önce de flörtteydi, hatta kendi hitlerini çıkarmıştı Aerosmith - Run DMC ‘Walk This Way’le ufuk açmış, Anthrax, diğer tarafın en ‘sert’ ekibi Public Enemy ile ‘Bring The Noise’u kaydetmişti. Ama R.A.T.M.’da işler çok daha ilerideydi. Bir kere çok kızgındılar. Sosyal yapının içerisindeki eşitsizlikler, ötekileştirmeler ve iyi birer söz dinleyen vatandaş olmaları yönündeki telkinlerden gına gelmişti. Zack de la Rocha’nın makineli tüfekmişçesine sisteme yaylım ateşi açtığı kafiyeleri, Tom Morello’nun gitarı dahice çalışı ve modern rock’ın en iyi davul-bas ikilisine sahip olmaları da cabasıydı. Başta ‘Killing In The Name’ olmak üzere şarkılarla dünyayı değiştirebileceğine inananların hala var olduğunu ispatladılar. Albümün çıkışının üzerinden 23 yıl geçti ama hala kurduğu tek bir cümle bile zaman aşımına uğramış değil.
Devamı nasıl geldi?
Vokalist Zack, arada İstanbul’a da yolu düşen Dj Shadow’la kayıtlar yaptı, grubun diğer üç elemanı Chris Cornell’le Audioslave’i kurdu.  Audioslave misyonunu tamamladığında tekrar bir araya gelip devasa kalabalıkları ‘zıplattılar’. Bu arada Tom Morello muhalif şarkıcı-şarkı yazarı kimliğini benimseyip Woody Guthrie ve Phil Ochs’u andırır protest albümler kaydetti.
Yeni versiyonda neler var?
Albümün 20. yılına istinaden ‘XX’başlığıyla yayımlanıyor ilk R.A.T.M. albümü. 2 CD artı DVD düzeneğinde meydanlara çıkan versiyonda grubun ilk yıllarından kalma konser görüntüleri, ‘remaster’ işlemine tabi tutulup demo kayıtlarla süslenmiş orijinal albüme eşlik ediyor.


Massive Attack - ‘Blue Lines’
Pek az müzikseverin Massive Attack’la yollarının kesişmemiş olduğunu düşünüyor bu satırların yazarı. En kötü ihtimalle Uğur Yücel’in sesinden Eşkıya filmi için ‘Karanlığın İçinden‘e dönüşen Türkçe versiyonuyla ‘Karmacoma’yı dinlediniz. Ya da zaten ülkemize defalarca gelen Massive Attack’ın büyük bir hayranısınız. İki türlü de her şeyin başladığı albüm ‘Blue Lines’ın 23. yaşını kutluyor oluşu ilgiye mazhar. Trip hop diye bir müzik türünün varlığından ilk onlar sayesinde geniş dinleyici kitleleri haberdar oldu. ‘Unfinished Sympathy’ 90’lara sığmayıp taşan bir hit’ti. Horace Andy’nin eşsiz sesiyle de Tricky’nin tekinsiz rap’iyle de bu albümle tanıştık. Soul’u reggae’yi dub’ı ve İngiliz elektronik müziğinin -ki o günlerde acid house başköşesindeydi- estetiklerini itinayla çizdikleri mavi çizgiler arasına öyle doğru yerleştirmişti ki Mushroom (Andy Vowles), Daddy G (Grant Marshall) ve 3D (Robert Del Naja) bir daha sırtları pek az yere geldi.  
Devamı nasıl geldi?
1994’te ‘Protection’ yayımlandığında temelini iyi oturttukları karanlık elektronik müziklerini ne kadar rafineleştiğini gösterdiler, yolları İstanbul’a düştü, minderler havada uçuştu.Daddy G ve 3D olarak yollarına devam etseler de bir sonraki albüm ‘Mezzanine’la çıtayı daha da yükseğe taşıdılar.
Yeni versiyonda neler var?
Albümün kayıtları elden geçirilmiş, tekrar mikslenip modern zamanların modern ses sistemlerine daha uygun şekillere büründürülmüş. Plaklı, posterli ve yüksek çözünürlüklü ses kalitesi ile albümü bir de böyle dinlemek farz kılınmış.


Interpol - ‘Turn on the Bright Lights’
Seattle’ın grunge’ıyla rock müziğin ve müzisyeninin çehresi değişeli 10 yıl olmuş, Oasis ve Blur’ün başını çektiği Brit-pop fırtınası dinmişti. Yeni bin yılın yeni gruplarındaydı sıra. New York’tan tıpkı 70’lerin ikinci yarısındaki gibi taptaze gruplar peş peşe çıkıyordu. İşin ilginci bu grupların kendilerine örnek aldığı müzikler de yine 70’lerin ikinci yarısından ve 80’lerin başındaki punk sonrası günlerdendi. En büyük çıkışı The Strokes yaptı. Hemen ardından Interpol’le tanıştık. New York’ta büyümüş İngiltere doğumlu genç adamlardan kuruluydu Interpol. Punk sonrasının karanlık ve tabirizi caizse bedbin halet-i ruhiyesini yeni bin yıla taşımışlardı Paul Banks yönetiminde ve sesinde. Bu sayfada bahsettiğim diğer iki albüm gibi ‘Turn on the Bright Lights’ da ne zaman kaydedildiğini, hangi yıla ait olduğunu ve ne zaman eskiyeceğini pek açık etmeyen şarkılara ve prodüksiyona sahipti. Belki de en çok bu yüzden albümü zamanında başucundan ayırmayan müzikseverleri  “o kazar zaman geçmiş bile mi?” şaşkınlığına maruz bırakıyor.
Devamı nasıl geldi?
Her yeni albümle yine kendilerine özgüleştirdikleri Joy Division-vari şarkı formlarını ince ince işlediler. Kadro değişiklikleri yaşadılar, hızları biraz kesildi. Şu anda bir mola almış vaziyetteler. Paul Banks solo bir albüm yaptı. 2014'te yeni stüdyo albümleri teşrif edecek deniyor.
Yeni versiyonda neler var?
Daha önce yayımlanmamış fotoğraflardan oluşan bir kitap, demo kayıtlardan ve single’ların ‘arka yüz’lerinde yer alan şarkılardan oluşan bir ikinci disk. Ayrıca 2000 ve 2002 yıllarından kalma iki konserlerinin görüntülerinden oluşan bir DVD.

9 Aralık 2013 Pazartesi

Çok Kral Çocuklar




Tropikal kapak tasarımlı, Grammy adayı beşinci stüdyo albümleri “Come Around Sundown” akabinde çıktıkları turneyi ite kaka bitirmişlerdi en son. Temmuz 2011’de çıktıkları Dallas konserinin ortasında Caleb gitarını bir kenara bırakmış, seyirciye sevgi ve saygı iletmiş ve kulise gitmişti. Aslında bu çok da ilginç bir durum değildi. Zira Caleb neredeyse her konserde bir şekilde fırsat bulup kulise kaçıyor ve kusuyordu. Sahneye çıkmaya başladıkları ilk günlerden bu yana geleneksel Kings Of Leon (yazının devamında yola KOL olarak devam edeceğiz, dikkat) ritüellerinden birine dönüşmüştü bu istifra seansları. Ama o akşam kulise giden Caleb geri dönmedi. Konser yarıda bırakıldı. Yorgunluk ve ‘vokal’ problemleri gerekçesiyle turnenin kalanın da iptal edildiği hemen birkaç gün sonra duyuruldu resmi KOL kanallarından. Amerika turnesi iptal edilmişti ama Kanada ve Avutralya’daki konserleri minimum kayıpla bitirmeyi becermişti grup.

Söylenenlere bakılırsa uzun süredir devam eden alkol problemi Caleb’in başına ciddi ciddi bela oluyordu artık. Şan ve şöhretin yabancısı değillerdi, çoktan hazmetmişlerdi rock ve roll hayatın tüm yan ürünlerini ama yine de dozlar zıvanadan çıkmıştı. Nihayetinde dozların tekrar normal seviyelere çekilmesi için altı ay kadar ara verme kararı alır grup.

Çare Spotify mı?



İnternet üzerinden müzik dinlemek çevrimiçi hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Artık Türkiye’de de resmen hizmet vermeye başlayan Spotify gibi dünya çapında müzik platformlarıyla birlikte internet üzerinden yasal yollarla müzik dinlemek hiç olmadığı kadar cazip hale geliyor. Spotify’a dair akıllara takılabilecek bazı soruların yanıtlarını aramayı denedim.