23 Ocak 2014 Perşembe

Fil Topsy'nin hazin sonu

111 yıl önce, tam olarak 4 ocak 1903’te, eşine pek az rastlanır bir olay vuku buldu New York’ta. Amerikalı mucit, ama daha çok iş adamı Thomas Edison’ın rant uğruna cellada dönüştüğü, Topsy adlı bir filin elektrikle idam edildiği bir olay.

Fil Topsy şov dünyasının o adı hiçbir zaman en büyük harflerle yazılmayan emekçilerindendi. Dünyanın bir ucundan getirilip Amerikan halkını eğlendirmek üzere eğitilmiş fillerdendi. 1800’lerin sonunda epeyce popülerdi fil gösterileri. Fil Topsy de işini hakkıyla yapıyordu. Çocuklarla arası pek iyiydi. Gösteriler sırasında her komutu harfiyen yerine getiriyor, her defasında alkış alıyordu. Halinden memnundu, nereden bakılırsa bakılsa yaptığı iş, dişleri yüzünden av meraklısı, köle tüccarı kılıklı bir beyaz tarafından vurulmaktan iyiydi.


Üçü de 'dört dörtlük'

Yıllara meydan okumakta gayet başarılı olmuş üç albüm.



Rage Against The Machine  - ‘Rage Against The Machine’
O güne kadar dinlenen pek az şeye benziyordu ilk R.A.T.M. albümü. Evet, hip-hop ile rock ve metal daha önce de flörtteydi, hatta kendi hitlerini çıkarmıştı Aerosmith - Run DMC ‘Walk This Way’le ufuk açmış, Anthrax, diğer tarafın en ‘sert’ ekibi Public Enemy ile ‘Bring The Noise’u kaydetmişti. Ama R.A.T.M.’da işler çok daha ilerideydi. Bir kere çok kızgındılar. Sosyal yapının içerisindeki eşitsizlikler, ötekileştirmeler ve iyi birer söz dinleyen vatandaş olmaları yönündeki telkinlerden gına gelmişti. Zack de la Rocha’nın makineli tüfekmişçesine sisteme yaylım ateşi açtığı kafiyeleri, Tom Morello’nun gitarı dahice çalışı ve modern rock’ın en iyi davul-bas ikilisine sahip olmaları da cabasıydı. Başta ‘Killing In The Name’ olmak üzere şarkılarla dünyayı değiştirebileceğine inananların hala var olduğunu ispatladılar. Albümün çıkışının üzerinden 23 yıl geçti ama hala kurduğu tek bir cümle bile zaman aşımına uğramış değil.
Devamı nasıl geldi?
Vokalist Zack, arada İstanbul’a da yolu düşen Dj Shadow’la kayıtlar yaptı, grubun diğer üç elemanı Chris Cornell’le Audioslave’i kurdu.  Audioslave misyonunu tamamladığında tekrar bir araya gelip devasa kalabalıkları ‘zıplattılar’. Bu arada Tom Morello muhalif şarkıcı-şarkı yazarı kimliğini benimseyip Woody Guthrie ve Phil Ochs’u andırır protest albümler kaydetti.
Yeni versiyonda neler var?
Albümün 20. yılına istinaden ‘XX’başlığıyla yayımlanıyor ilk R.A.T.M. albümü. 2 CD artı DVD düzeneğinde meydanlara çıkan versiyonda grubun ilk yıllarından kalma konser görüntüleri, ‘remaster’ işlemine tabi tutulup demo kayıtlarla süslenmiş orijinal albüme eşlik ediyor.


Massive Attack - ‘Blue Lines’
Pek az müzikseverin Massive Attack’la yollarının kesişmemiş olduğunu düşünüyor bu satırların yazarı. En kötü ihtimalle Uğur Yücel’in sesinden Eşkıya filmi için ‘Karanlığın İçinden‘e dönüşen Türkçe versiyonuyla ‘Karmacoma’yı dinlediniz. Ya da zaten ülkemize defalarca gelen Massive Attack’ın büyük bir hayranısınız. İki türlü de her şeyin başladığı albüm ‘Blue Lines’ın 23. yaşını kutluyor oluşu ilgiye mazhar. Trip hop diye bir müzik türünün varlığından ilk onlar sayesinde geniş dinleyici kitleleri haberdar oldu. ‘Unfinished Sympathy’ 90’lara sığmayıp taşan bir hit’ti. Horace Andy’nin eşsiz sesiyle de Tricky’nin tekinsiz rap’iyle de bu albümle tanıştık. Soul’u reggae’yi dub’ı ve İngiliz elektronik müziğinin -ki o günlerde acid house başköşesindeydi- estetiklerini itinayla çizdikleri mavi çizgiler arasına öyle doğru yerleştirmişti ki Mushroom (Andy Vowles), Daddy G (Grant Marshall) ve 3D (Robert Del Naja) bir daha sırtları pek az yere geldi.  
Devamı nasıl geldi?
1994’te ‘Protection’ yayımlandığında temelini iyi oturttukları karanlık elektronik müziklerini ne kadar rafineleştiğini gösterdiler, yolları İstanbul’a düştü, minderler havada uçuştu.Daddy G ve 3D olarak yollarına devam etseler de bir sonraki albüm ‘Mezzanine’la çıtayı daha da yükseğe taşıdılar.
Yeni versiyonda neler var?
Albümün kayıtları elden geçirilmiş, tekrar mikslenip modern zamanların modern ses sistemlerine daha uygun şekillere büründürülmüş. Plaklı, posterli ve yüksek çözünürlüklü ses kalitesi ile albümü bir de böyle dinlemek farz kılınmış.


Interpol - ‘Turn on the Bright Lights’
Seattle’ın grunge’ıyla rock müziğin ve müzisyeninin çehresi değişeli 10 yıl olmuş, Oasis ve Blur’ün başını çektiği Brit-pop fırtınası dinmişti. Yeni bin yılın yeni gruplarındaydı sıra. New York’tan tıpkı 70’lerin ikinci yarısındaki gibi taptaze gruplar peş peşe çıkıyordu. İşin ilginci bu grupların kendilerine örnek aldığı müzikler de yine 70’lerin ikinci yarısından ve 80’lerin başındaki punk sonrası günlerdendi. En büyük çıkışı The Strokes yaptı. Hemen ardından Interpol’le tanıştık. New York’ta büyümüş İngiltere doğumlu genç adamlardan kuruluydu Interpol. Punk sonrasının karanlık ve tabirizi caizse bedbin halet-i ruhiyesini yeni bin yıla taşımışlardı Paul Banks yönetiminde ve sesinde. Bu sayfada bahsettiğim diğer iki albüm gibi ‘Turn on the Bright Lights’ da ne zaman kaydedildiğini, hangi yıla ait olduğunu ve ne zaman eskiyeceğini pek açık etmeyen şarkılara ve prodüksiyona sahipti. Belki de en çok bu yüzden albümü zamanında başucundan ayırmayan müzikseverleri  “o kazar zaman geçmiş bile mi?” şaşkınlığına maruz bırakıyor.
Devamı nasıl geldi?
Her yeni albümle yine kendilerine özgüleştirdikleri Joy Division-vari şarkı formlarını ince ince işlediler. Kadro değişiklikleri yaşadılar, hızları biraz kesildi. Şu anda bir mola almış vaziyetteler. Paul Banks solo bir albüm yaptı. 2014'te yeni stüdyo albümleri teşrif edecek deniyor.
Yeni versiyonda neler var?
Daha önce yayımlanmamış fotoğraflardan oluşan bir kitap, demo kayıtlardan ve single’ların ‘arka yüz’lerinde yer alan şarkılardan oluşan bir ikinci disk. Ayrıca 2000 ve 2002 yıllarından kalma iki konserlerinin görüntülerinden oluşan bir DVD.