27 Nisan 2011 Çarşamba

-- 41 Kere Maşallah Dedirten Albümler

Bazıları raflarda yerini alır almaz baş tacı edildi. Bazılarıysa değerini yıllar içinde yavaş yavaş buldu. Öyle ya da böyle aradan geçen 41 yıl onları eskitmek ya da yıpratmak şöyle dursun bilakis her birini paha biçilmez birer ilham kaynağına dönüştürdü. Arkalarından kötü konuşmaya kimsenin dilinin varmadığı 1970 doğumlu albümlerden bazılarını hatırlatmak, 41. yaşlarına girdikleri şu günlerde kendilerine (bir kez daha) 41 kere maşallah demek (ve dedirtmek) fena olmaz gibi geldi.

Yıl 1970...
O yılın herhalde adı ilk anılması gereken albümü Mayıs ayında çıkan “Let It Be”dir. Ama ne yazık ki müzikal içeriğiyle değil de dört Beatle’ın çoktandır işaretlerini verdikleri yollarını ayırma niyetlerinin resmi belgesi olması sebebiyle. Janis Joplin ve Jimi Hendrix’in ölümleriyle beraber 1970’in müzikseverler için en kötü haberlerinden biri olur “Let It Be”nin raflarda yerini alışı.

Yılın bir başka veda albümü de Simon & Garfunkel’dan gelir. ’64 yılında bir Çarşamba gecesi saat 3 sularında birlikte çıktıkları yolculuk “Bridge Over Troubled Water” ile tamamlanır.

David Gilmour’u Syd Barrett’a tercih etmek zorunda kalan Pink Floyd, “Atom Heart Mother”la ilk bir numaralarına kavuşur Britanya’da. Barrett da sırra kadem basmasına beş kala iki LP sığdırır 1970’e.
Woodstock iyimserliğini ağır yaralayıp hastanelik eden Altamont olaylarının etkisinden kurtulmakla meşguldur Rolling Stones. Bir yandan da Decca’yla kontratlarını sonlandıracak konser albümleri “Get Yer Ya-Yas Out!”u hazır ederler.
Genesis ve Yes gibi progresif rock devleri henüz ısınma turlarında, The Who yakında çıkmasını planladıkları “Who’s Next”in hazırlıklarındadır. 40 yıl sonra dizi müziklerinin büyük hit’i haline gelecek “Baba O’Riley”i yazacaklarından habersizdirler henüz. Led Zeppelin üç numaralı albümleriyle akustiğin gücünü sınamakta, “Stairway To Heaven” geliyorum demektedir.

Progresif rockçılar Gentle Giant, ELP, Uriah Heep ve Hawkwind ilk albümlerini plakçı vitrinlerinde görme şerefine erişir. Santana ve King Crimson bir önceki albümlerinin başarısının rastlantı olmadığını ispatlamakla meşguldür ikinci albümleri “Abraxas” ve “In the Wake of Poseidon”la.

Joni Mitchell, “Ladies Of The Canyon” albümünden “Big Yellow Taxi” ile hem DDT’ye savaş açmış, hem de en bilindik şarkısına da kavuşmuştur. Şair-müzisyen Gil Scott-Heron “devrim televizyondan yayınlanmayacak” tespitini dile getirmektedir ilk plağı “Small Talk at 125th and Lenox”ta. Paul Rodgers, hayatının geri kalanında üzerine yapışacak en büyük hit’i “All Right Now”ı kayda alır grubu Free ile. The Supremes’e artık fazla geldiğine inanan Diana Ross kendi adını taşıyan ilk solosuyla yeni bir maceraya yelken açmak üzeredir.

Hiç yorum yok: