Londra’dan
Liverpool’a doğru giden bir otomobilin camı sonuna kadar açılır. Yirmili
yaşlarına henüz ayak bastığını belli eden, saçları kulaklarını kapatacak
uzunlukta bir gencin yüzü belirir. Hafifçe dışarı sarkarak “bu benim!” der, “başaracağımı
biliyordum!”
Bu
heyecanı camdan dışarı taşan âna sebep olan şey, genç adamın radyoda işittiği
şarkıdır. Son birkaç yılda yediğini içtiğini ayırmadığı dostu John’un da
yardımıyla son halini verdiği bestesi “Love Me Do”, o sırada radyoda çalmaktadır.
Bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını idrak etmesi için daha ikna
edici bir işaret olamayacağını düşünür muhtemelen.
Sadece 8 yıl sonra
10 Nisan 1970. Günlerden Cuma. İngiliz Daily Mirror’ın o günkü nüshasını bayiilerde gören The Beatles hayranları, sadece onlar da değil, gazetedeki röportajdan haberdar tüm Britanya ahalisi şaşkındır. Zira “Paul The Beatles’tan ayrılıyor”dur.
Haberler
doğrudur. İngiliz basınının tiraj numaralarından biri değildir Paul’ün
ayrılığı. Ama zaten son resmi konserini üç buçuk yıl önce vermiştir grup. Zaten
Yoko Ono hayatına dahil olduğundan beri John Lennon’a bir haller olmuştur.
Zaten “İsa’dan bile daha popüleriz” dediğinden beri çektiği tepkinin hadde
hesabı yoktur. Zaten grubun beşinci elemanı olarak görülmeyi en çok hakeden
insan, menajerleri Brian Epstein zamansız ölümüyle tadını kaçırmıştır pek çok
şeyin. En başta da Epstein’ın yerini alan Allan Klein’la yıldızı bir türlü
barışmamıştır Paul’ün. ’69 sonunda Lennon’ın gruptan ‘boşanmak’ istediğini
çıtlatması suratının iyice düşmesine sebep olmuş, karısı Linda’yla beraber
İskoçya’daki çiftlik evine çekilmiştir. Bir solo albümü dolduracak sayıda
şarkıyı hazır eder ve Daily Mirror’daki ayrılık habercisi röportajın
yayımlanmasından tam bir hafta sonra da ilk solo uzunçaları “McCartney”
İngiltere plakçılarının vitrinlerinde boy gösterir.
Gruptan
birinin solo çalışmalar yapması yeni bir olay değildir aslında, ilk Beatles
dışı 45’liği John Lennon kaydetmiştir. Hem halihazırda hâlâ piyasaya çıkması
beklenen bir albüm, yani “Let It Be” vardır.
O
da, McCartney solo albümünden bir ay sonra piyasaya çıkar. Çıkar çıkmasına ama
gücü, yokuş aşağı süratla inmekte olan The Beatles’ın parçalanmasını durdurmaya
yetecek gibi değildir. Nihayetinde, 1971’i gör(e)mez The Beatles. Paul’ün
açtığı dava akabinde grup dağılır, ‘Fab Four’ (hayranlarının gruba yakıştırdığı
‘harika dörtlü’ manasındaki rumuz) çağı kapanır. Popüler müzik tarihinin en
önemli şarkı yazarı ikilisi/takımı yollarını bir daha kesişmemek üzere ayırır.
İyi ki durmuyor
İyi ki durmuyor
Radyoda
“Love Me Do”yu işittiği günün aşağı yukarı 50 yıl sonrasında yine heyecanlı Sör
ünvanlı ‘eski-beatle’ Paul McCartney. 71 yaşına gelmiş, saçına ak düşürmeyi
kabullenmemiş, torun torba sahibi bir popüler müzik abidesi, rock’n’roll
çağının hayattaki şarkı yazarlarının en başarılısı. Yeni tek bir konser
vermesine, tek bir yeni albüm kaydetmesine gerek yok belki de. Zaten
halihazırda baştan itibaren dinlemeye başlasanız sizi aylarca meşgul edecek koskoca
bir müzikal külliyata sahip; The Beatles şarkıları, solo albümleri,
işbirlikleri, 70’lerdeki grubu Wings’le kaydettikleri, klasik müziğe el attığı
çalışmaları, elektronik müzik kulvarında rumuz arkasına sığınarak yaptığı
işleri... Sadece seçkin etkinliklerde görünmesi, iki üç yılda bir çıkacağı stadyumları
kapsayan ama bir solukta sona erecek turneler, klasik The Beatles albümlerini
baştan sona çalacağı konserler vermesi yetecek de artacak bile McCartney adını
daima zihinlerde tutmaya.
Lennon-McCartney
şarkı yazım takımının hayattaki üyesi ise son yıllarda yaşıyla inatlaşırcasına
aktif. Geçen yıl keşke The Beatles olarak bu şarkıları kaydedebilseydik dediği,
‘geçmiş zaman olur ki’ muhteviyatlı albümü “Kisses on the Bottom”ı
yayımlamıştı. “Bye Bye Blackbird” gibi pop/caz standartları arasına “My Valentine”
gibi kendi bestelerini sıkıştırmıştı.
“Kisses
on the Bottom”dan sadece altı ay önceyse bestelediği “Ocean’s Kingdom”
balesinin New York’taki sahneleşiyle meşguldü. Performans eleştirilse de
sahneden işitilen notalar gayet iyi karşılanmıştı.
71
yaşındaki The Beatles yadigarının geçen ayın ortasında yayımlanan gıcır gıcır
şarkılar ve taze sesler ihtiva eden albümü “New”, bu yoğun temponun en son
ürünü.
Başvuru kaynağı
Onu
Miley Cyrus’un ‘edepsiz’ dansları hakkında fikir beyan ederken görebilir, Thom Yorke
ile çalışmayı ne kadar istediğini ama aramaya çekindiğini, Jay Z ve Kanye
West’in tıpkı Bob Dylan gibi birer şair olduklarını anlatırken işitebilirsiniz.
Rus yetkililere yazdığı Pussy Riot’ın çarptırıldığı cezayı eleştiren bir
mektubunu okurken de bulabilirsiniz kendinizi. Müzik dünyasında o an olan
bitene dair fikrini sorduğunuzda mutlaka size verecek iyi bi cevabı var
McCartney’in. Çünkü olan biteni gerçekten yakından takip ediyor. Kibirsizce,
ama ağırlığının farkında, kendine özgü nüktedanlığıyla yorumunu yapıveriyor.
Bu
açıdan bakıldığında “New”ü birlikte kaydetmek üzere Paul Epworth, Mark Ronson,
Giles Martin ve Ethan Johns’ta karar kılması hiç şaşırtıcı değil. Paul
Epworth’ü Adele’in “21” albümünün arkasındaki prodüktör, Mark Ronson’u Amy
Winehouse’un yeteneğini ışıl ışıl parlatan müzik adamı olarak tanıyoruz.
Babadan prodüktör Giles Martin ve Ethan Johns, Epworth ve Ronson kadar ‘hit’ ve
‘hip’ isimler değil. Giles, The Beatles’ın prodüktörü olarak adı saygıda kusur
etmeden anılan George Martin’in oğlu. The Beatles şarkılarına hakim, The
Beatles’ın ses dünyasını doğuştan (1969 doğumlu Giles) tanıyor. Ethan Johns da
rock’n’roll tarihinin en mühim prodüktörlerinden Glyn Johns’un oğlu. Hem babası
sayesinde klasik rock’ı, The Who’yu, The Eagles’ı gayet iyi biliyor, hem de
Ryan Adams ve Kings Of leon albümlerinde sergilediği prodüksiyon maharetleriyle
tanınıyor.
McCartney’in
esas niyeti bu dört isimden her biriyle kayıtlar yapmak, ardından da işlerin en
tıkır işlediğini düşündürenle yeni albümünü kaydetmekmiş. Fakat gelin görün ki
dördüyle de çalışmaktan fazlasıyla keyif almış, dördünün de katkısını
esirgemediği bir işe dönüştürmüş “New”ü.
Dört prodüktör =
Gençlik iksiri
Albümün
yegane özelliği, dört prodüktörünün hiçbirinin The Beatles’ı canlı izlemeye
yaşı yetecek kadar nüfus kağıdını eskitememiş olması değil elbette. “New”ün
esas numarası bu kombinasyondan ihtiyaç duyulan her an bunun bir Paul McCartney
albümü olduğunu hissettirebilmesi. Üstüne üstlük bu dört prodüktörden temin
ettiği bir gençlik iksiri de söz konusu. Paul McCartney canlı bir albüm
kaydetmiş. Rahat dinlenen, ama ayrıntıları da daha meraklı kulaklara hitap eden
şarkılarla gelmiş.
Adını
albüme de veren şarkı “New” mesela. Tam bir McCartney baskın The Beatles
şarkısı. Albümün karşılama komitesi olarak görev yapan açılış şarkısı “Save
Us”ı Paul Epworth’la kaydetmişler. McCartney bestelerinin naifliğini nefis
süslemiş Epworth. Arkasından gelen “Alligator”da kendisini özgür kılacak
anahtarı arıyor McCartney, araştırmayı belli ki bizim adımıza yapıyor. “On My
Way To Work” akustik gitar eşliğinde gençliğine dönüyor, geleceğe dair hayaller
kuruyor. Giles Martin’in gözetiminde slide gitarlı, gayet Amerikan tınlayan bir
şarkıya ses veriyor. “Queenie Eye” da bir çocuk tekerlemesinden Elton John’un
Robin Williams’la birlikte cover’lamak isteyeceği pop şarkısına uzanan yolu
döşüyor Epworth’la birlikte. “Early Days”,”On My Way To Work” kulvarından geçmişten ve akustikten güç alıyor. Bu defa
yardımcı pilotluk görevi Ethan Johns’ta. “Appreciate” albümün en modern
tınlayan şarkılarından. Peşinden gelen “Everybody Out There”de George
Harrison’ın 80’lerdeki bestelerini anımsıyor, “Hosanna” ile İngiliz folk
rock’ının tadını alıyorsunuz. Roy Harper ve John Paul Jones’un da varlığıyla
kaydedilse nasıl olurdu diye düşünüyorsunuz. “I Can Bet”le funk sularında rock
kıyılarından fazla uzaklaşmadan seyrediyor, “Looking At Her”de elektronik
ritimlerin devreye girişine şahit oluyorsunuz. Son şarkı “Road”unsa gözü epey
yükseklerde. Unutmadan, albümün sonunda bir de ‘gizli’ şarkı var. “Scared”
adını kendine fazlasıyla yakıştırarak taşıyan şarkı Paul McCartney’in üçüncü
eşi Nancy Shevell’e ithafen yazılmış bir iç dökme seansı.
Bir Lennon değil
ama
John
Lennon yaramaz, Paul McCartney şirin, George Harrison ruhanî, Ringo Starr’sa...
Ringo Starr’dı. The Beatles’ın en ‘aileyle tanıştırmakta sakınca olmayan’ üyesi
McCartney olmuştu hep. Şıktı, güleryüzlüydü, İngiliz basınının adice dalga
geçmeye kalktığı bir Yoko Ono’su yoktu. Ama yine de Lennon mitinin önüne
geçmesi pek mümkün olmadı. Gayet iyi bir solo kariyere sahip olsa da, türlü
türlü nişanlar, ödüller ve takdirlerle geçirilen uzun bir The Beatles-sonrası
kariyere sahip olsa da, Lennon 70’lerde her adımıyla olay olurken, Paul
üzerinde uyuşturucuyla yakalandığında bile evin arada bir yoldan çıkmasına göz
yumulan pek sevgili oğlu muamelesi görmüştü. Uzun yıllar Lennon-McCartney şarkı
yazım takımında kimin, hangi şarkının tam olarak neresini bestelediği, kimin
katkısının daha fazla olduğu üzerine detaylı irdelemeler yapıldı. Onları
kıyaslamak hep ilgi çekici geldi. Tüm bunların üstüne Lennon’ın hayata veda
edişi bir hayranının kurşunuyla da olunca McCartney’in öne geçme şansı
neredeyse hiç kalmadı. Farkında olmadan bu satırlar aracılığıyla biz de onları
yarıştırmaya kalktık. Halbuki bu satırların esas niyeti McCartney’in hiçbir
zaman bir Lennon olamayacağı, ama bunun da hiçbir şekilde kötü manaya gelmediği
olacaktı. Ki bu niyetle hareket edip paragrafı şu noktalayıcı son cümlelere bağlayacaktılar...
Paul
McCartney’i en başta, sırf nostaljik hamlelerle günü kurtarma peşinde
olmadığı için bile takdir etmek mümkün. Yeni şeyleri deneme arzusuna özenmek,
onu var eden efsaneye sırtını dönmeyişine sevinmek de. The Beatles gibi bir grup
tekrar gelmeyecek. Mümkün değil. Ne o keşfedilmeye bekleyen bakir pop ve rock’n’roll
toprakları, ne de teknik imkanların ‘şaka gibi’ olduğu stüdyoların yaratıcılığı
kamçılayan sınırları yok artık. Başka şartlar, başka kurallar mevzubahis. The
Beatles adının ve müziğinin sadece nostalji arzusuyla, ya da sadece devasa bir
ilham kaynağı olarak geçmesine izin vermediği için Paul McCartney’e bir de bu
bakımdan saygı duymalı. Ve en iyisi içten bir teşekkürü esirgememeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder