30 Kasım 2013 Cumartesi

'Yeni' Paul McCartney'e yakışmış

Londra’dan Liverpool’a doğru giden bir otomobilin camı sonuna kadar açılır. Yirmili yaşlarına henüz ayak bastığını belli eden, saçları kulaklarını kapatacak uzunlukta bir gencin yüzü belirir. Hafifçe dışarı sarkarak “bu benim!” der, “başaracağımı biliyordum!”
Bu heyecanı camdan dışarı taşan âna sebep olan şey, genç adamın radyoda işittiği şarkıdır. Son birkaç yılda yediğini içtiğini ayırmadığı dostu John’un da yardımıyla son halini verdiği bestesi “Love Me Do”, o sırada radyoda çalmaktadır. Bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını idrak etmesi için daha ikna edici bir işaret olamayacağını düşünür muhtemelen.

Sadece 8 yıl sonra
10 Nisan 1970. Günlerden Cuma. İngiliz Daily Mirror’ın o günkü nüshasını bayiilerde gören The Beatles hayranları, sadece onlar da değil, gazetedeki röportajdan haberdar tüm Britanya ahalisi şaşkındır. Zira “Paul The Beatles’tan ayrılıyor”dur.
Haberler doğrudur. İngiliz basınının tiraj numaralarından biri değildir Paul’ün ayrılığı. Ama zaten son resmi konserini üç buçuk yıl önce vermiştir grup. Zaten Yoko Ono hayatına dahil olduğundan beri John Lennon’a bir haller olmuştur. Zaten “İsa’dan bile daha popüleriz” dediğinden beri çektiği tepkinin hadde hesabı yoktur. Zaten grubun beşinci elemanı olarak görülmeyi en çok hakeden insan, menajerleri Brian Epstein zamansız ölümüyle tadını kaçırmıştır pek çok şeyin. En başta da Epstein’ın yerini alan Allan Klein’la yıldızı bir türlü barışmamıştır Paul’ün. ’69 sonunda Lennon’ın gruptan ‘boşanmak’ istediğini çıtlatması suratının iyice düşmesine sebep olmuş, karısı Linda’yla beraber İskoçya’daki çiftlik evine çekilmiştir. Bir solo albümü dolduracak sayıda şarkıyı hazır eder ve Daily Mirror’daki ayrılık habercisi röportajın yayımlanmasından tam bir hafta sonra da ilk solo uzunçaları “McCartney” İngiltere plakçılarının vitrinlerinde boy gösterir.

Gruptan birinin solo çalışmalar yapması yeni bir olay değildir aslında, ilk Beatles dışı 45’liği John Lennon kaydetmiştir. Hem halihazırda hâlâ piyasaya çıkması beklenen bir albüm, yani “Let It Be” vardır. 
O da, McCartney solo albümünden bir ay sonra piyasaya çıkar. Çıkar çıkmasına ama gücü, yokuş aşağı süratla inmekte olan The Beatles’ın parçalanmasını durdurmaya yetecek gibi değildir. Nihayetinde, 1971’i gör(e)mez The Beatles. Paul’ün açtığı dava akabinde grup dağılır, ‘Fab Four’ (hayranlarının gruba yakıştırdığı ‘harika dörtlü’ manasındaki rumuz) çağı kapanır. Popüler müzik tarihinin en önemli şarkı yazarı ikilisi/takımı yollarını bir daha kesişmemek üzere ayırır.



İyi ki durmuyor



Radyoda “Love Me Do”yu işittiği günün aşağı yukarı 50 yıl sonrasında yine heyecanlı Sör ünvanlı ‘eski-beatle’ Paul McCartney. 71 yaşına gelmiş, saçına ak düşürmeyi kabullenmemiş, torun torba sahibi bir popüler müzik abidesi, rock’n’roll çağının hayattaki şarkı yazarlarının en başarılısı. Yeni tek bir konser vermesine, tek bir yeni albüm kaydetmesine gerek yok belki de. Zaten halihazırda baştan itibaren dinlemeye başlasanız sizi aylarca meşgul edecek koskoca bir müzikal külliyata sahip; The Beatles şarkıları, solo albümleri, işbirlikleri, 70’lerdeki grubu Wings’le kaydettikleri, klasik müziğe el attığı çalışmaları, elektronik müzik kulvarında rumuz arkasına sığınarak yaptığı işleri... Sadece seçkin etkinliklerde görünmesi, iki üç yılda bir çıkacağı stadyumları kapsayan ama bir solukta sona erecek turneler, klasik The Beatles albümlerini baştan sona çalacağı konserler vermesi yetecek de artacak bile McCartney adını daima zihinlerde tutmaya.

Lennon-McCartney şarkı yazım takımının hayattaki üyesi ise son yıllarda yaşıyla inatlaşırcasına aktif. Geçen yıl keşke The Beatles olarak bu şarkıları kaydedebilseydik dediği, ‘geçmiş zaman olur ki’ muhteviyatlı albümü “Kisses on the Bottom”ı yayımlamıştı. “Bye Bye Blackbird” gibi pop/caz standartları arasına “My Valentine” gibi kendi bestelerini sıkıştırmıştı.
“Kisses on the Bottom”dan sadece altı ay önceyse bestelediği “Ocean’s Kingdom” balesinin New York’taki sahneleşiyle meşguldü. Performans eleştirilse de sahneden işitilen notalar gayet iyi karşılanmıştı.
71 yaşındaki The Beatles yadigarının geçen ayın ortasında yayımlanan gıcır gıcır şarkılar ve taze sesler ihtiva eden albümü “New”, bu yoğun temponun en son ürünü.

Başvuru kaynağı

Onu Miley Cyrus’un ‘edepsiz’ dansları hakkında fikir beyan ederken görebilir, Thom Yorke ile çalışmayı ne kadar istediğini ama aramaya çekindiğini, Jay Z ve Kanye West’in tıpkı Bob Dylan gibi birer şair olduklarını anlatırken işitebilirsiniz. Rus yetkililere yazdığı Pussy Riot’ın çarptırıldığı cezayı eleştiren bir mektubunu okurken de bulabilirsiniz kendinizi. Müzik dünyasında o an olan bitene dair fikrini sorduğunuzda mutlaka size verecek iyi bi cevabı var McCartney’in. Çünkü olan biteni gerçekten yakından takip ediyor. Kibirsizce, ama ağırlığının farkında, kendine özgü nüktedanlığıyla yorumunu yapıveriyor.

Bu açıdan bakıldığında “New”ü birlikte kaydetmek üzere Paul Epworth, Mark Ronson, Giles Martin ve Ethan Johns’ta karar kılması hiç şaşırtıcı değil. Paul Epworth’ü Adele’in “21” albümünün arkasındaki prodüktör, Mark Ronson’u Amy Winehouse’un yeteneğini ışıl ışıl parlatan müzik adamı olarak tanıyoruz. Babadan prodüktör Giles Martin ve Ethan Johns, Epworth ve Ronson kadar ‘hit’ ve ‘hip’ isimler değil. Giles, The Beatles’ın prodüktörü olarak adı saygıda kusur etmeden anılan George Martin’in oğlu. The Beatles şarkılarına hakim, The Beatles’ın ses dünyasını doğuştan (1969 doğumlu Giles) tanıyor. Ethan Johns da rock’n’roll tarihinin en mühim prodüktörlerinden Glyn Johns’un oğlu. Hem babası sayesinde klasik rock’ı, The Who’yu, The Eagles’ı gayet iyi biliyor, hem de Ryan Adams ve Kings Of leon albümlerinde sergilediği prodüksiyon maharetleriyle tanınıyor.
McCartney’in esas niyeti bu dört isimden her biriyle kayıtlar yapmak, ardından da işlerin en tıkır işlediğini düşündürenle yeni albümünü kaydetmekmiş. Fakat gelin görün ki dördüyle de çalışmaktan fazlasıyla keyif almış, dördünün de katkısını esirgemediği bir işe dönüştürmüş “New”ü.

Dört prodüktör = Gençlik iksiri

Albümün yegane özelliği, dört prodüktörünün hiçbirinin The Beatles’ı canlı izlemeye yaşı yetecek kadar nüfus kağıdını eskitememiş olması değil elbette. “New”ün esas numarası bu kombinasyondan ihtiyaç duyulan her an bunun bir Paul McCartney albümü olduğunu hissettirebilmesi. Üstüne üstlük bu dört prodüktörden temin ettiği bir gençlik iksiri de söz konusu. Paul McCartney canlı bir albüm kaydetmiş. Rahat dinlenen, ama ayrıntıları da daha meraklı kulaklara hitap eden şarkılarla gelmiş.
Adını albüme de veren şarkı “New” mesela. Tam bir McCartney baskın The Beatles şarkısı. Albümün karşılama komitesi olarak görev yapan açılış şarkısı “Save Us”ı Paul Epworth’la kaydetmişler. McCartney bestelerinin naifliğini nefis süslemiş Epworth. Arkasından gelen “Alligator”da kendisini özgür kılacak anahtarı arıyor McCartney, araştırmayı belli ki bizim adımıza yapıyor. “On My Way To Work” akustik gitar eşliğinde gençliğine dönüyor, geleceğe dair hayaller kuruyor. Giles Martin’in gözetiminde slide gitarlı, gayet Amerikan tınlayan bir şarkıya ses veriyor. “Queenie Eye” da bir çocuk tekerlemesinden Elton John’un Robin Williams’la birlikte cover’lamak isteyeceği pop şarkısına uzanan yolu döşüyor Epworth’la birlikte. “Early Days”,”On My Way To Work” kulvarından  geçmişten ve akustikten güç alıyor. Bu defa yardımcı pilotluk görevi Ethan Johns’ta. “Appreciate” albümün en modern tınlayan şarkılarından. Peşinden gelen “Everybody Out There”de George Harrison’ın 80’lerdeki bestelerini anımsıyor, “Hosanna” ile İngiliz folk rock’ının tadını alıyorsunuz. Roy Harper ve John Paul Jones’un da varlığıyla kaydedilse nasıl olurdu diye düşünüyorsunuz. “I Can Bet”le funk sularında rock kıyılarından fazla uzaklaşmadan seyrediyor, “Looking At Her”de elektronik ritimlerin devreye girişine şahit oluyorsunuz. Son şarkı “Road”unsa gözü epey yükseklerde. Unutmadan, albümün sonunda bir de ‘gizli’ şarkı var. “Scared” adını kendine fazlasıyla yakıştırarak taşıyan şarkı Paul McCartney’in üçüncü eşi Nancy Shevell’e ithafen yazılmış bir iç dökme seansı.




Bir Lennon değil ama

John Lennon yaramaz, Paul McCartney şirin, George Harrison ruhanî, Ringo Starr’sa... Ringo Starr’dı. The Beatles’ın en ‘aileyle tanıştırmakta sakınca olmayan’ üyesi McCartney olmuştu hep. Şıktı, güleryüzlüydü, İngiliz basınının adice dalga geçmeye kalktığı bir Yoko Ono’su yoktu. Ama yine de Lennon mitinin önüne geçmesi pek mümkün olmadı. Gayet iyi bir solo kariyere sahip olsa da, türlü türlü nişanlar, ödüller ve takdirlerle geçirilen uzun bir The Beatles-sonrası kariyere sahip olsa da, Lennon 70’lerde her adımıyla olay olurken, Paul üzerinde uyuşturucuyla yakalandığında bile evin arada bir yoldan çıkmasına göz yumulan pek sevgili oğlu muamelesi görmüştü. Uzun yıllar Lennon-McCartney şarkı yazım takımında kimin, hangi şarkının tam olarak neresini bestelediği, kimin katkısının daha fazla olduğu üzerine detaylı irdelemeler yapıldı. Onları kıyaslamak hep ilgi çekici geldi. Tüm bunların üstüne Lennon’ın hayata veda edişi bir hayranının kurşunuyla da olunca McCartney’in öne geçme şansı neredeyse hiç kalmadı. Farkında olmadan bu satırlar aracılığıyla biz de onları yarıştırmaya kalktık. Halbuki bu satırların esas niyeti McCartney’in hiçbir zaman bir Lennon olamayacağı, ama bunun da hiçbir şekilde kötü manaya gelmediği olacaktı. Ki bu niyetle hareket edip paragrafı şu noktalayıcı son cümlelere bağlayacaktılar...

Paul McCartney’i en başta, sırf nostaljik hamlelerle günü kurtarma peşinde olmadığı için bile takdir etmek mümkün. Yeni şeyleri deneme arzusuna özenmek, onu var eden efsaneye sırtını dönmeyişine sevinmek de. The Beatles gibi bir grup tekrar gelmeyecek. Mümkün değil. Ne o keşfedilmeye bekleyen bakir pop ve rock’n’roll toprakları, ne de teknik imkanların ‘şaka gibi’ olduğu stüdyoların yaratıcılığı kamçılayan sınırları yok artık. Başka şartlar, başka kurallar mevzubahis. The Beatles adının ve müziğinin sadece nostalji arzusuyla, ya da sadece devasa bir ilham kaynağı olarak geçmesine izin vermediği için Paul McCartney’e bir de bu bakımdan saygı duymalı. Ve en iyisi içten bir teşekkürü esirgememeli.


  

Hiç yorum yok: